François Truffault’un 400 Darbe filmi, çocuğun zihnine girmeye, duygularını anlamaya, dünyayı onun gözleriyle görmeye çalışan eşsiz sanat eserlerinden biridir. Yönetmen filmi çektiği sırada sadece 27 yaşındaydı (bu, Cannes Film Festivali’nin en büyük ödülünü aldığı ilk filmi). Film neredeyse tamamen otobiyografiktir. Görsel efektlere karşı kısıtlanmış, tatlı ve yüzsüz değil, izleyiciye karşı son derece dürüsttür. Yönetmen, hayatı, gerçekte olduğu gibi süslemeden, bazen yetişkinlere ve çocuğa eşit derecede acımasız ve alaycı olarak gösterir. Filmin ana karakteri on iki yaşındaki Antoine Duanel (Jean-Pierre Leo), zor bir gençtir. Okulda, öğretmen onu sözünü dinlemediği azarlar ve cezalandırır fakat evde kimse onun sorunlarıyla ilgilenmez.
18. yüzyıla kadar, Victor Hugo’nun romanı Sefiller’in sayfalarında, büyük ve hareketli Paris sokaklarında, küçük sokak hırsızlıklarından dolayı yaşayan ve kendisine çok sayıda köşe, hendek ve barınaklarla dolu büyük bir şehir tarafından kendisine sunulan hiçbir odaya girmeyen küçük bir serseri olan yalınayak bir genç Gavroche dolaşıyordu. Birkaç yüzyıl sonra, 20. yüzyılda Fransa dünyaya, ebeveyn sevgisinden yoksun, başıboş bir gencin canlı bir görüntüsüyle dünyaya bir başka eser daha verdi: François Truffault’un huzursuz Parisli okul çocuğu Antoine hakkında 400 Darbe adlı film. Ve bu güzel film, bugüne kadar yüzlerce kişi arasında, karanlık camların arasında parlak bir şekilde parıldayan bir elmas gibi göze çarpmaya devam ediyor ve dünya edebiyatındaki Sefiller romanı gibi sinemada da aynı derecede güçlü bir liderliğe sahiptir. Ve bu sinemanın parlaklığı onun doğruluğunda yatıyor, bir gencin trajedisi gerçekçi bir şekilde ve gereksiz bir acıma duygusu yaşatmadan gösteriliyor.
Çehov’un hikayelerini anımsatan, tüm filmin nüfuz ettiği gerçekçilik atmosferi, öncelikle karakterlerin görüntülerine dokunur. Örneğin, ana karakter, on üç yaşındaki Antoine sadeliği ve onun içinde iddialı bir drama eksikliği nedeniyle çekicidir. Orada ne kutsal bir şehit ne de zalim bir haydut bulamazsınız. Antoine, akranlarının çoğu gibi, okullarının gerisinde kalan, ahlaksızlıktan hoşlanan ve sık sık devamsızlıklar ve küçük şakalar nedeniyle sıkı bir öğretmenin sopasından kaçamayan sıradan bir yedinci sınıf öğrencisidir. Yönetmen Antoine’den antik bir heykel olarak görkemli bir karakter yaratmadığı, ancak onu basit bir insan haline getirdiği için ana karakterin samimi ve canlı olduğu ortaya çıkar. Genç aktör Jean-Pierre Leo’nun, cehennem acısı ile çarpıtılmış yüz buruşmaları inşa etmesi ya da yüksek sesle konuşmalar yapması gerekmediği için, görevi bu rolü yaşamaktı ve bu rolü iyi bir şekilde ele aldı.
Antoine’nin annesi ve üvey babası, trajedisinin ana suçluları, ilgisizliği ve bencilliği nedeniyle tek oğlunu beladan kurtaramayan ana suçlular da bize kötü iblisler ya da herhangi bir zalim canavar olarak gösterilmiyor. Onlar sadece yorgun, kalpsiz bir topluluktur. Bitmeyen aile kavgalarından bıkmış, sabrının zaten zayıf taşlarını keskinleştiren, yoksulluktan bıkmış, kavgacı aile bireylerine ayrılacak hiçbir yerin olmadığı dar, mütevazı bir apartmandan, istemedikleri oğullarından bıkmış, sürekli ayaklarının altında dönen ve hatta kötü notlarla ilgili kötü haberlerden yorulmuşlardır. Ve kalplerini gittikçe bayatlaştıran bu birikmiş baskıcı yorgunluk, evli bir çiftin oğluna gerekli sıcaklığı ve bakımı vermesini engeller. Antoine’nin annesi sürekli sinirlenir, oğluna karşı öfkelenir ve ona bir uşakmış gibi ev işlerine dair emirler verir, üvey babası onu haklı çıkarır, annenin ailenin iyiliği için çok çalıştığını ve çok yorulduğunu öne sürerek. Bazen, yine de herkesin arzuladığı örnekaile modeline, dostane bir şekilde uymaya çalışırlar.
Ancak Antoine’nin üzücü hikayesi, ekran boyunca hızla koşan son çizgilerin ortaya çıkmasıyla bitmiyor. Tıpkı hayatın kendisinde olduğu gibi, insan hikayelerinin kesin ve net bir sonu olmadığı, ancak sadece bir sürecin olduğu ve filmde mantıklı bir sonun olmadığı durumlarda olduğu gibi. Ancak kaçmak, bilinmeyene kaçmak, daha iyi bir gelecek arayışında, umut peşinde koşmaktan başka bir şey yoktur.
Kült Filmler Twitter hesabını takip ederek son blog yazılardan anında haberdar olabilirsiniz.
Öncelikle bu güzel yazı ve fikirlerinizi ulaşılabilir kıldığınız için teşekkür ederim. Bir kaç sene önce izlediğim filmdi. Filmle ilgili yazdığım yazıları kütüphanede bir kitabın arasında birilerinin fark etmesi için bıraktığım için bulamadığımı şimdi hatırladım. Ama yine de filmin sahnelerini tasavvur edip yazdığım bir kaç yorumu derleyip sizinle de paylaşmak isterim ki, bana verdiğiniz fikirlerin karşılığını yansıtabileyim.
“Filmdeki çocuk bir kez koşmuyor, daha ilk sahnelerde yalanı ortaya çıkınca evden kaçışı, okuldan kaçışı… Dönüşü (bir nebze umut) sondaki çaresizlik (fark ettiklerini ve doğruluğunu ispat etmek zorunda olduğu insanların içerisinde uyum sağlamak zorunda kalanın kendisi olmasına karşı oluşan isyanı). Sayfanızda gördüğümde filmi bitirmemiştim, bitirdim gönderiniz yine karşıma çıktı ve fikirlerimin kısa bir bölümünü paylaşmak istedim. Bilhassa filmde bana yeni bir farkındalık kazandıran kısım öğretmenin, ebeveynlerin ve diğer kişilerin öğrencinin, çocuk gibi gördükleri bir bireyin değişmini umarak onu cezalandırmaları ve bu birey olgunlaşarak değiştiği zaman ise bunun mümkün olmayacağını öne sürerek onu suçlamaları idi. Yani insanı onunla muhatap oldukları an ve saliseye göre betimleyerek kafalarında onun gelecek veya geçmişte farklı olabileceğine dair küçücük bir olasılık için boşluk bırakmadan yargısal biçimlendirmeleriydi. Kafalarındaki ardışık olayları ilişkilendirerek uydurma zorunluluk ve sorumluluk yüklüyorlardı bireylere….. Bu filmle ilgili aile, toplum, eğitim, arkadaşlık, bireyselleşme, uyum, özgürlük, sevgi, ilişki vb. konularda geniş ve derin analiz yaptım. Gerçekten algılamaya başladığın anda algılatılmaya çalışılan manasız olguları benimsemeye çalışmanın zorluğu iyi görüntülenmiştir.Diğer taraftan aile karakterlerinin film boyunca değişen duygu durumu… ilaveten yalan söylemek zorunda bıraktıkları gerçekleri kabullenmeyen çevrede mücadele etmek (kendi ayaklarımın üstünde duracağım) çaresizliğini sadece çocuğun yaşaması çok canımı sıkmıştı. En çok etkileyen ise yaşının küçük olmasından dolayı birilerinin kölesi olmak durumunda kalması, birilerinin kontrolü altında kalmadan toplumda yer edinemeyeceği…galiba doğuştan bizden önce yaratılmış yaratılışa özgürlüğümüzü feda ediyorduk
Koşmak bana göre felsefi ve olasılıksal açıdan geniş bir bütünlüğü olan bir konudur, fakat filmle ilgili koşmayı betimlemeye gayret edersem. Filmde bana göre koşmak koşarken arkamıza bakmadığımız için geçmişi yok sayabileceğimiz umudu ile geleceğe yeniden başlamak isteğimizin oluşumunu belirtiyordu.”
Farkındalıklarla