Alasdair Gray tarafından yazılan, aynı isimli romandan Tony McNamara’nın kalemi ile uyarlanan yapım, Yorgos Lanthimos’u beş yıl aradan sonra uzun metraj bir film için yönetmen koltuğuna oturtmuştur. Lanthimos’un kendine has perspektifinin bu kez seyirciyi ne ile buluşturacağı merak konusuyken, filmin oyuncu kadrosunda, Emma Stone, Mark Ruffalo, Willem Dafoe gibi isimlerin öne çıkması da dikkatleri üzerine çekmiştir. Film ilk perdenin başında bir Frankenstein masalı gibi açılış yapar. Gotik bir mekan tasvirine ve anlatıya sahiptir. Godwin çılgın bir profesör edası ile yaptığı deneyler ve tıbbi araştırmalar ile nam salmış bir bilim insanıdır ve günün birinde Bella’yı yaratır. Baba kız ilişkisi kurduğu Bella’ya göz kulak olması içinse asistanı olarak işe aldığı Max’i görevlendirir. Bella’nın kadın bedeninde bir bebekken zaman içinde dış dünyayı ve kendini öğrenme, büyüme sürecine şahitlik ederiz.
Bella’yı intiharından hemen önce gördüğümüz sahnenin renkli olması dışında, ilk kısmın çoğu siyah beyazdır. Bu, Bella’nın eylemlerinin bilinç dışılığı ve yaşamakta olduğu hapis hayatı ile doğrudan ilişkilidir.Siyah beyaz olarak izlediğimiz, Bella’nın çocukluğuna dair olan kısım bir noktada başkalarının gözünden Bella’yı tanıtır. Max’in gözlemlerinin, Godwin’in sözlerinin ışığında Bella’yı görürüz. Henüz bir kimlik kazanmamıştır. Bir kurbağanın ölümü veya ölü bir bedenin kesilip biçilmesi Bella için bir anlama gelmez. Buna karşılık, sorunlarını şiddet ile çözme eğilimi vardır. Bella dışarı çıkmasına izin verilmiyor olması gibi istemediği durumlarda, kırıp dökme ve saldırma davranışları gösterir çünkü şiddet insanın içindeki en temel dürtülerden biridir. Godwin Bella’nın diğer insanlar tarafından görülmesini istememektedir. Bu nedenle Bella’nın evin dışına çıkmasına izin vermez. Max’ın Bella hakkındaki merakı, onun Godwin tarafından dış dünyadan saklanıyor olması dolayısı ile giderek körüklenir. Sonunda günün birinde dayanamaz ve Godwin’in eşyalarını karıştırır. Bunu yaparken yakalanması ile sonunda Godwin Bella’ya henüz açıklamadığı gerçeği Max’e itiraf eder. Godwin Victoria isimli ölü bir kadının bedenine, karnındaki bebeğin beynini yerleştirerek Bella’yı yaratmıştır. Bella’nın istemsizce Godwin’e “God” yani “Tanrı” diye hitap etmesi burada anlam kazanır. Godwin yaratıcı güçtür. Bella’ya ikinci bir hayat vermiştir. Bella yaşam ve ölüm hakkında, haz ve acı hakkında bir şey bilmez, çünkü yeni doğmuş bir bebekten farksızdır.
Bella’nın ilk öğrendiği şeylerden biri de cinsel haz olur. Cinselliği öğrenmeye başlamasından sonra izleyici olarak yavaş yavaş dış göz olmayı bırakıp Bella’nın dünyasına adım atarız. Godwin Bella’nın Max ile evlenmesini ister böylelikle onu yaşamı boyunca ona göz kulak olabilecek birine emanet etmiş olacaktır. Ancak Bella, evlilik sözleşmelerini düzenleyen Duncan ile kaçmayı tercih eder. Kaçma kararı aldığını Godwin’e söyler ve ondan kendisi ile vedalaşmasını ister. Max de Godwin de Bella’ya karşı çıkar. Bella Max’e deneyim kazanıp hayatı öğrendikten sonra döneceğini ve onunla evleneceğini söyler. Bu eylemi her ne kadar gülünç gözükse de aslında söz konusu kendi adına aldığı ilk karardır ve bu konuda sonuna kadar gidecektir. Bella dışarı adımını attığı ilk andan itibaren görüntüler renklenir. Üstelik çevresindeki dünya her detayı ile gotikten ziyade fantastik bir evren halini alır. Araçlar, binalar, gökyüzü, denizler her şey biçim ve renk olarak olağanüstüdür. Bu Bella’nın dış dünyayı nasıl gördüğü ile alakalıdır. Artık tamamen onun bakış açısındayızdır.
Bella, Duncan ile birlikte çıktığı yolculukta kendini ve cinselliğini keşfederken, kendi sınırlarına dair bir arayışa çıkar. Güzel yemekleri, içkileri, mekanları tanır. Yarın yokmuş gibi yaşar. Ölüm, acı ve ahlak bu dünyaya ait bir şey değil gibidir. Duncan ile beraberken başkaları ile de yakınlaşır. Birlikte gittikleri davette sırf ağlamasından rahatsız olduğu için bir bebeğin üzerine saldırmaya kalkar. Başına buyrukluğu sebebi ile Duncan’dan sonsuz eleştri alır. Bella’nın yaşama bakış açısı, kendisini ilk fark etmeye başladığı andan itibaren hedonisttir. Aristippos ve Epikür tarafından geliştirilen Hedonizm, en üstün iyiliğin haz olduğunu ileri sürer. Bu yaklaşıma göre bir eylem beraberinde haz getirdiği sürece iyi ve doğrudur. Bella her ne kadar eylemlerini belirli bir felsefeyi esas alarak gerçekleştirmiyor olsa da başkalarını gözetmeden yaşamanın gerçek bilgi ve mutlulukla bağlantılı olduğu fikrine uygun hareket eder. Bu da insanın doğasının acıdan kaçıp hazza yönelmeye programlı olması düşüncesinden kanyaklıdır. Yaşamın amacı hazdır. Bella Godwin’in yanından ayrılıp arzu ettiği hayata doğru bir yolculuğa çıkmıştır.
Duncan kendisi için normal olan çok eşlilik fikrini Bella’ya uygun görmez. Filmin bu kısımlarında hedonist yaklaşımın yanı sıra feminist bir vurgu da yer almaktadır. Bella kafasını eseni yaptıkça Duncan günden güne kıskançlıkla kıvranmaya başlar. Nihayetinde Bella’yı kontrol altında tutabilmek için gezilerinin geri kalanına gemide devam etmeleri için Bella’yı kandırarak kaçırır. Bella Duncan’ın bu tavrından rahatsız olur. Başlarda şiddetli yakınlaşmalarla sonuçlanan kıskançlık ve kısıtlama eylemi giderek Bella’yı daha fazla uzaklaştırmaya başlamıştır. Gemide tanıştığı entelektüeller olan Mrs. Prim ve Harry ile arkadaşlık kurmasından, düzenli bir şekilde kitap okumaya başlamasından sonra Duncan ile arasındaki uçurum giderek büyür. Yine de dünyevi zevklerle hayatın tadına varmaya odaklı durumda olan Bella’nın esas sarsılma sebebi Harry olur. İskenderiye’de geçen bu sahnede Harry Bella’ya ” Sen hayatı anlamaya çalışıyorsun. Hayatı deneyimlemenin onun hakkında fikir edinmek olduğunu sanıyorsun. Oysa sadece gerçeklikten kaçıyorsun çünkü gerçek, bu kitaplardaki gibi değil.” der Bella geminin güvertesinden baktığında, Cehennem çukurunu anımsatan bir çukurun dibinde ölü bebekler ve acı çeken insanlarla dolu bir manzara görür. Gördükleri karşısında dehşete düşerek feryat eden Bella, o an itibari ile ruhsal bir çöküş ve aydınlanma yaşar.
Görmezden geldiği, ölüm, acı, başkalarının hayatı gibi olgular ile burun buruna gelmesi ile hedonizmin kaçındığı tüm “olumsuzluklar” ile yüzleşerek bir nevi var oluşsal kriz geçirir. Hedonizmden ayrışıp kinizmle ilişkilendiği an budur. Aydınlanma anına kadar benimsediği her şeyin tersine yönelerek, bütün insani zaafları reddedecek noktaya gelir. Bu andan sonra Duncan’ın elindeki tüm parayı toplayarak yoksullara ulaştırması için gemi görevlilerine teslim eder. Bu adımı bir yerde aslında daha sonra sosyalizm üzerine yapacağı okumaların da bir ön gösterimi olur. Duncan parasız kaldığı için ikili, Pariste gemiden indirilir. Bella hiç bir şeye sahip olmamalarından bir heyecan duyarken kalacak yer ve yiyecek gibi temel ihtiyaçlarını karşılama niyeti ile sokaklarda dolaşırken yolu geneleve düşer.
Kinikler, insani arzulardan ayrışmanın çeşitli zorluklara göğüs germekten geçtiğine inanır ve bedenlerini ruhlarının iyiliği için eğitirler. Sosyal düzeni yok sayarak, erdeme ve bilgiye odaklanmaya özen gösterirler. Genelevin sahibi olan Allison’ın Bella’yı orada kalmaya ikna etmek için sarf ettiği sözler. Onun da bu felsefenin bir parçası olduğunu doğrular niteliktedir. Allison hayatın özünün acıdan geçmek olduğu yönünde konuşmalar yapar. Bella önce para için girdiği genel eve sonra bilgiyi, deneyimi elde etmek için girer. Yani çeşitli zorluklara göğüs gererek kendini ve bedenini eğitir. Genelevde de erkeklerin kadınları seçiyor olması gibi genel geçer kurallara karşı çıkarak cinsiyet eşitsizliğine karşı olan dik duruşunu sürdürür.
Genelevde çalışanlardan biri olan Toinette ile tanışır. Toniette bir sosyalisttir. Bella onunla birlikte sosyalizm üzerine okumalar yapar ve toplantılara katılır. Bu sırada Duncan hala Bella’nın peşindedir ve toplumsal bir ahlak, ataerkilite temsili gibi Bella’yı durmadan yargılamaktadır. Bella hayatı öğrenirken, Godwin’in hastalandığının yazılı olduğu bir mektup üzerine uzun zaman sonra eve döner. Her şey aynıdır ama her şey farklıdır. Filmin başında siyah beyaz gördüğümüz mekana Bella’nın gözünden renkli bir perspektifle bakar ve gotik ögelerden uzaklaşırız. Aynı zamanda, Poor Things evreninin renkleri ve kostüm tasarımları, Bella’nın bilinçlenmesi ile doğru orantılı bir şekilde giderek daha realistik bir hal alır. Godwin Bella’nın yasından uzaklaşmak için Bella’yı yarattığı gibi Felicity’i yaratmıştır ancak Felicity Bella kadar ilerleme katetmemiştir. Bu, ikinci bir hayat şansı olsaydı herkesin en iyi şekilde değerlendiremeyeceği fikrinin bir uzantısıdır. Bazen, tek bir şans tek bir hayat tek bir an vardır. O da bu andır.
Bella dönüşü ile beraber Godwin ile yüzleşir ve gerçeği kabullenir. Ona kendisine olduğu kişi olabilme fırsatını sunduğu için teşekkür eder. Dönmüşken, gitmeden önce verdiği sözü tutmaya, geçmişte yarım bıraktığı nişanı tamamlamaya karar verir. Max ile evlenecektir. Max Bella’nın yaşadığı tüm süreçleri bilerek onu seven, destek çıkan yegane kişidir ancak bu evlilik yine gerçekleşemez. Nikahı Bella’nın Victoria olduğu hayattan bir geçmiş hayaleti ziyaret eder. Victoria’nın eşi Alfie Bella’yı şatosuna götürmek için gelmiştir. Bella Alfie ile beraber gitmeyi seçer ancak Bella çok geçmeden Victoria’yı intihara götürenin ne olduğuna dair fikir sahibi olacaktır.
Birlikte ilk yemeklerinde Bella’ya tütsülenmiş balık getirilir. Bella tütsülenmiş balığı sevmez ancak Victoria sevmektedir. Önceki hayatının travmasının bir izi olarak Victoria’nın bir parçası Bella’da tam zıddı bir şekilde hayat bulmuştur ancak Bella artık başka biridir. Alfie’nin zorba kişiliğine ayak uydurabilecek biri de değildir. Herakleitos aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” der. Herakleitos’a göre, her şey bir başka şeyin yıkımı ve ölümü sayesinde varlığa gelmekte ve var oluşla yok oluş diğer tüm zıtlıklar gibi birbirlerini doğurarak sonsuz bir döngü şeklinde devam etmektedir. Victoria hem Bella’yı hem kendini bir kez daha doğurmuştur ancak artık aynı kişi değildir. Bu yüzden vakti geldiğinde Bella Alfie’ye başkaldırarak onu terk eder. Eve döner. Filmin sonunda, onu evinin bahçesinde Max Toinette ve Felicity ile birlikte görürüz. Tüm maceralar bitmiş, yaşam durulmuştur. Ölenler, değişenler hariç her şey başlangıçta olduğu gibidir ancak başlangıçta olduğu şekilde değil. Karakterler aynı yerdedir fakat onları ilk gördüğümüz hallerinde değillerdir. İnsanlar ve fikirleri daima gelişim değişim ve başkalaşım içindedir.
İlke Baştürk
Yorumlar